Bazı anlarda yalnızca denize bakmak, dalgaların ritmine kapılmak bile içsel bir hafifleme yaratır. Peki, neden? Suya bakmak neden bu kadar iyi gelir?
Psikanalitik açıdan su, yalnızca dış dünyaya ait bir unsur değil; iç dünyamızın da taşıyıcısı ve yansımasıdır. Simgesel düzlemde su; bilinçdışının derinliklerini, benliğin çözülme ve yeniden yapılanma süreçlerini ve iyileşme arzusunu düşündürür. Suya yönelmek, dışsal bir manzaraya bakmanın ötesinde, içsel bir temas anı yaratabilir.
İnsanın suyla ilk teması, yaşamın en erken dönemlerine uzanır. Anne rahmindeki amniyotik sıvı, hem fiziksel korunma hem de ruhsal bütünlük duygusunun ilk kaynağıdır. Otto Rank, doğumu bu bütünlüğün kaybı olarak tanımlar. Dolayısıyla su, bilinçdışı düzeyde bir güvenlik alanını temsil eder. Dalga sesleri ya da suyun akışını izlemek, bu ilkel güvenlik hissini bedende yeniden çağırabilir.
Su aynı zamanda bir geçiş alanıdır. Bir kıyıdan diğerine geçmek, yalnızca mekânsal değil; ruhsal bir eşik atlamayı da düşündürür. Deniz yolculuklarının birçok kültürde ritüel ve geçişle özdeşleşmiş olması, suyun bilinçdışı anlam katmanlarını destekler. Gündelik yaşamda sıradan bir vapur yolculuğu bile, içeride bir dönüşüm sürecini tetikleyebilir.
Zihinsel yükleri suya bırakma arzusu ise, bilinçdışının boşaltım işleviyle bağlantılıdır. Kötü bir düşünceyi suya bırakmak, konuşulamayanın simgesel düzeyde işlenmesini sağlayabilir. Bu eylem, benlikte geçici bir rahatlama yaratabilir.
Freud’un tanımladığı “okyanus hissi” (oceanic feeling), kişinin benlik sınırlarının geçici olarak çözüldüğü, daha büyük bir bütünle temasa geçtiği bir hâli ifade eder. Bu deneyim, zaman ve mekân algısının silikleştiği, “ben” ile “öteki” arasındaki ayrımın gevşediği bir varoluş alanına işaret eder. Su karşısında yaşanan genişlik duygusu, bu hissin duyumsal bir izdüşümüdür.
Yüzmek ise bu varoluşsal hissi bedende taşımanın bir yoludur. Suya bırakılan beden, hem gevşer hem de hareket eder. Yüzerken yalnızca fiziksel olarak değil, zihinsel olarak da bir mesafe oluşur; kişi bazen bilinçdışına yaklaşır, bazen yüklerinden uzaklaşır.
Su, hem derinlere inmeyi hem de yeniden doğmayı mümkün kılar. Bu yüzden suya bakarken ya da suya girerken, yalnızca dış dünyayla değil; içsel bir alanla, en erken kendilik temsillerimizle temas ederiz.
Yararlanılan Kaynaklar
- Rank, O. (2020). Doğum Travması. (Çev. A. Ertüzün). İstanbul: Metis Yayınları.
- Freud, S. (2017). Bir Yanılsamanın Geleceği. (Çev. Y. Ertan). İstanbul: Say Yayınları.