“Sanat Terapisiyle İyileşmek”

İçe dönmeye teşvik eden bir kendine yardım kitabından bahsetmek isterim. Lucia Capacchione tarafından yazılmış olan “Sanat Terapisiyle İyileşmek” kitabı resim çizerek ve yazı yazarak “içimizdeki çocuk”la temasa geçmemiz için hazırlanmış.

Öyleyse öncelikle sanat terapisi nedir’den başlayalım. Amerikan Sanat Terapisi Derneği, sanat terapisini her yaştan bireylerin zihinsel, fiziksel ve duygusal varlıklarını iyileştirmek ve geliştirmek amacıyla sanat yapmanın yaratıcı sürecini kullanan bir ruh sağlığı mesleği şeklinde tanımlamıştır. Kitap da sanat terapisi metotlarını kullanarak bizi içimizdeki çocukla iletişime geçirmeye ve böylece baskılanmış duygu, düşüncelerimizi açığa çıkararak davranış yapılarımız konusunda içgörü kazandırmayı amaçlıyor.

Yazar Capacchione, hayati tehlike oluşturan bir hastalıkla yüzyüze geldiği dönemde tıbbi tedavi görürken bir yandan da alternatif tedaviler aramaya başlıyor ve terapistinin önerisiyle bir defter tutuyor. Gestalt terapi yaklaşımıyla* yazıp çizdikçe içindeki çocukla iletişimini kuvvetlendirdiği fark eden Lucia, sanatın iyileştirici gücünü de yanına alıp bu kitabı yazıyor.

Kitap, alıştırmalar aracılığıyla içimizdeki çocuk’la iletişime geçerek kendimizi keşfetmemize yardımcı oluyor. Baskın olmayan elle resim çizme alıştırmaları sizi içinizdeki çocuk’la konuşturarak kırılgan, öfkeli, sakin yanınızla yeniden karşılaşmanızı sağlıyor. Siz bu alıştırmaları yaparken dışarıdan görünecek olan kısımsa şu; iki elinizde iki kalem. Biri soruyor diğeri cevaplıyor.

Tavsiyem, kitabın satırları arasında gezinirken kendinizi rahat hissedeceğiniz bir yerde olmaya gayret etmeniz ve kendinize ait tanımların kim tarafından oluşturulduğuna dikkat etmeniz. İçinizdeki çocuk’un her daim size yakın olması dileğiyle.

* Fritz ve Laura Peris tarafından geliştirilen Gestalt terapi, varoluşçu bir yaklaşımdır, Bu terapide ulaşılması gereken temel hedef, danışanların ne yaptığı ve neler yaşadığına ilişkin farkındalık kazanmalarıdır. Bu farkındalık sayesinde, danışanlar kendilerini daha iyi tanırlar ve bu da değişim için bir araç olur. / Kogan, G. (1991). The genesis of Gestalt Therapy. In the Handbook of Gestalt Therapy, ed. Hatcher ve Himelstein. Northvale: Jason Aronson Inc.

Öteki ile Dans

“Geçmişi konuşmanın ne anlamı var?”

Bu cümleyi danışanlarımdan zaman zaman duyuyorum. Bir “kendine yardım kitabı” olarak isimlendirilebilecek “Zor Anneler- Yetişkin Kızlar ve Oğullar İçin Rehber Kitap” bugünü anlamak ve geleceği kurgulamak için geçmişi anlamlandırmanın önemine değiniyor, tıpkı terapideki gibi.

Kitap, anne-çocuk ilişkisini dans eden iki insan metaforuyla anlatıyor. Zor anneleri tanımlarkense şu 3 başlığa değiniyor:

  • Zor davranış,
  • zor kişilik ya da kişilik bozukluğu kriterlerini karşılama hali,
  • zor bağlanma davranışı.

Kitaba göre bu üç özellik, annenin çocuğuyla ettiği dansın seyrini etkiliyor ve çocuk tarafından “zor anne” algısı yaratıyor.

Kitapta yer alan bazı egzersizler, yetişkin olarak yaşadığımız deneyimleri bu dans zeminiyle somutlaştırabilecek nitelikte. İlerleyen sayfalarda ise zor annelerle büyümüş çocuklar için işlevselliği sorgulanabilecek bazı çözüm yollarından söz ediliyor.

Dili açısından kolayca okunabilecek, tekrara düşmeyen bir kitap. Özellikle  terapiye ihtiyacım var mı, terapiye gitsem ne anlatacağım gibi sorular aklınızdan geçiyorsa biraz durup düşünmek için tercih edilebilir cinsten.

Keyifli okumalar.

Terapi ama Nasıl?

Toplumumuzda günbegün psikoterapiye bakış değişiyor. Daha önce bireyler; yalnızca tanılar, belirli problem alanları ve zorluklar için terapiye başvurulabileceğini düşünürken şimdilerde kendini anlamak isteyen, tanımak ve keşfetmek isteyen insanlar da psikoterapistlerin kapısını çalabiliyor. Elbette ki pek çok yaklaşım ve bu yaklaşımlarla yürütülen terapilerin daha verimli(!) olacağı bazı çalışma alanları mevcut. Bunlar entelektüel bilgi olarak nitelendirilebilecek olsa da terapi sürecinin nasıl işlediği büyük bir soru işareti, onu deneyimlemeyenler tarafından adeta bir muamma.

Modern anlamda psikoterapinin Freud ile başladığı kabulüyle kendisinin süreç ile ilgili şu sözlerini alıntılamak anlamlı olacaktır:

“Çok şaşırarak farkına vardık ki, olayı uyaran anıyı tamamen aydınlatmayı ve buna eşlik eden duygulanımı ortaya koymayı başardığımız ve hasta da bu olayı olabildiğince ayrıntılı bir şekilde açıklayıp, duygulanımı kelimelere döktüğü zaman, bütün bireysel histeri belirtileri aniden ve kalıcı bir şekilde ortadan kalkmaktaydı. Duygulanım olmaksızın hatırlama ise hiçbir sonuç vermiyordu.”1

Terapiye giden bireylerin farkındalık düzeyleri, sürece katkıları elbette ki birbiriyle farklılık gösterecektir. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi terapiyi işler kılan şeyin duygulanımın yaşanması olduğundan söz edebiliriz. Rahatsızlık yaratan kaynakların psikanalitik olarak incelenmesinden doğan salt entelektüel bilgi kesinlikle yetersizdir. Aksi halde herhangi bir hasta, herhangi bir psikanaliz ders kitabını okuyarak iyileşebilirdi. Bu sebeple psikanalitik tedavi açısından, etkin bir içgörüye duygusal bir deneyim mutlaka eşlik etmelidir. 2

Elbette bu, zor bir iştir. Yaşamın en erken dönemlerinden başlayarak, tatsız olan durumlardan kaçınmamızı sağlayan, az çok otomatikleşmiş mekanizmalarımız vardır. 3 Yaşamın erken dönemini işaret eden arkaik bağlar, her ne kadar büyümeyi baskılasa da, bireylerin bildikleri birincil güvenlik hissini sağlamaktadırlar.4 Terapide birey serbest çağrışım ile deneyimlerinden bahsederek duygulanımı yeniden ve yeniden yaşar. Ancak burada deneyimden söz ettiğimizde “nesnel gerçekleri” konuşmuyoruz, sözünü ettiğimiz şey çocuğun/bireyin gelişiminin çeşitli düzeylerinde dış dünya ve nesnelerle etkileşimlerinden edindiği deneyimlerdir. 5 Süreç devam ettikçe birey, yeni davranışlarını önce analitik ortamda sonra da dış dünyada sınar. 6-7 Psikanalitik ortam aracılığı ve terapistiyle kurduğu ‘yeni’ ilişkilenme biçimiyle odada var olur. Terapist ise bilinçdışı olanın bilince ulaşmasına, tam da ortaya çıkacağı anda onu isimlendirerek yardım ederek orada bulunur.8

Hasta ve terapistin birlikte yürüttüğü bu sürecin orta-uzun vadeli olduğunu düşünürsek bunun yıllara yayılan ve dinamik bir süreç olduğunu ve sürecin öznesine has bir deneyim olduğunu görürüz.

Tüm bunları bilmenin, terapi sürecini bilmek olmadığını ekleyerek öznel deneyimle şekillenen terapiye bir keşif kapısı açmanın merakını diri tutma dileğiyle.

*Yer yer kullanılan ‘hasta’ sözcüğü, psikanalitik kurama has bir kavramdır ve danışan kelimesi anlamına gelir.

*Bu yazı psikodinamik terapiler üzerinden inşa edilerek yazılmıştır.

Kaynaklar detaylıca aşağıda bulunabilir.

1- S. Freud, (1895). “Studies on Hysteria”, Standard Edition, 2, Hogarth Press, Londra.

2- J. Sandler, C. Dare ve A. Holder, (2021). “Hasta ve Analist”, 2. Baskı, Bağlam Yayıncılık, İstanbul.

3- J. Sandler, A. Freud, (1985). “The Analysis of Defense, International Universities Press, New York.

4- H. Muslin, (1986). “On working through in self psychology”, A. Goldberg, Progress in Self Psychology, Vol. 2. International Universities Press, New York.

5- A.F. Valenstein(bildiri), (1974). “Panel: Transference”, International Journal of Pycho-Analysis, 55:311-321.

6- R.R. Greenson, (1965). “The problem of working through”, M. Schur(Ed.), Drives, Affects, Behavior, International Universities Press, New York.

7- R.R. Greenson, (1966).”Comments on Dr. Limeritani’s paper”, International Journal od Psychoanalysis, 47:182-285

8- O. Fenichel, (1945). The Psychoanalytic Theory of Neurosis, Routledge&Kegan Paul, Londra.

Cinsellik Seks Değildir

Terapistlerin danışanlarıyla olan süreci anlattığı, seans odasının kapısını aralayan kitaplar oldukça yaygın. Fransız seksolog doktor Ghislaine Paris’in Cinselliğin Önemi kitabı da bunlardan biri. Kitap Paris ve cinsel danışmanlık için gelen Karine’nin sürecini anlatıyor. Süreç sonlanırken Paris, cinsellik nedir/ne değildir’i hatırda tutmayı kolaylaştıracak bir liste paylaşıyor bizimle.

Paris (2020)’e göre cinsellik şunlar olmamalı:

  • Bir bağımlılık
  • Duygusal bağlar kurmanın tek yolu, bir aile ya da çocuk sahibi olmanın bir bir güvence ya da sosyal statü sahibi olmanın tek yolu
  • Bir şiddet aracı ya da ötekinin köleleştirilmesinin aracı
  • Bir utanç ya da suçluluk kaynağı
  • Fobilerin, korkuların kökeni

Cinsellik:

  • Yetişkin olmayı başarmak
  • Ötekilerle olumlu ilişkiler sürdürebilmek
  • Kendi merkezinden uzaklaşmayı, bir zincirin halkası olmayı, çocuklarla meşgul olmayı başarmak
  • Duygusal anlamda tatmin olmakZevk ve sınırlar arasında bir denge kurmayı başarmak
  • Hayatın farklı alanlarını birbirine uyumlu bir şekilde eşit parçalara bölmek: aile, iş hayatı, cinsellik…
  • Cinsel içgüdüye hakim olmak: bizi yönetmesine izin vermemek, ondan korkmamak ve onu bastırmaktan memnun olmamak, gerektiğinde onu yüceltebilmek
  • Bazı yasakları içselleştirmek, hayal kırıklığını kabul etmek ve aynı zamanda aşırı bir suçluluk duygusuyla acı çekmemek
  • Güzel bir yaşam enerjisiyle hayatın diğer önemli alanlarını da besleyerek zevk almak
  • Kendi kişisel kimliğinin bilincinde olarak kültürel çevreye iyi bir şekilde entegre olmak

Ve tüm bunların üstüne tabii ki, eğlenmek demektir!

Peki bu tanımlardan kaçı size de uygun?

Ghislaine Paris,Cinselliğin Önemi: Arzuya Yeniden Kavuşmak, 2020, Ayrıntı Yayınları.

“Seninle Başlamadı”

İnsan neden okur? Bu sorunun birçok cevabı olsa da bahsedeceğim kitap, bir kendine yardım kitabı. Mark Wolynn tarafından yazılan Seninle Başlamadı, kalıtsal aile travmalarının kim olduğumuza etkileri ve sorunların üstesinden gelmenin yolları hakkında okuru bilgilendiriyor.

Türkiye Psikiyatri Derneği; kişiyi aşırı korkutan, dehşet içinde bırakan, çaresizlik yaratan, çoğu kez olağandışı ve beklenmedik olayların yol açtığı etkileri ruhsal travma şeklinde tanımlıyor ve doğal afetler, savaş, işkence, tecavüz, kazalar, beklenmedik ölümler, ciddi-ölümcül hastalıklara yakalanma gibi olayların ruhsal travmaya yol açtığını belirtiyor. Fakat bireysel farklılıklar sebebiyle bu olayları algılayışımız ve tepkilerimiz çeşitleniyor. Böylece hangimizin yaşantıyı travmaya dönüştürerek içinden geçmek durumunda olduğunu kestiremiyoruz.

Seninle Başlamadı ise travmayı bireysel yaşantı geçmişi çerçevesinden çıkarıp kalıtsal aile travmalarından söz ediyor. Peki nedir kalıtsal aile travmaları? Burada kısaca epigenetik kalıtıma değinmek gerekecek. Wolynn, bunu 2013 yılında Emory Tıp Fakültesinde farelere uygulanan bir çalışma üzerinden anlatıyor. Çalışmada sağlıklı farelere kiraz çiçeği koklatılıyor ve ardından elektrik şoku veriliyor. Sonrasında elektrik şoku verilmediği halde farelerin kiraz çiçeği kokusuyla irkildiği gözlemleniyor. Farelerde bir nesil 12 hafta gibi kısa bir süre olduğundan, fareler çiftleştirilerek her bir nesildeki farelerin kiraz çiçeği kokusuna verdikleri tepkilere bakılıyor. Elektrik şokuna daha önce maruz kalmamış yeni nesil fareler, kiraz çiçeği kokusunu aldıklarında tıpkı önceki nesilleri gibi aynı tepkiyi veriyor: stres. Böylece travmatik anıların DNA’da meydana gelen epigenetik değişimler yoluyla sonraki nesillere aktarılabildiği keşfedilmiş oluyor.

Kitap boyunca Mark, bizlerin taşıdığı ve ağır gelen duyguların, düşüncelerin belki de sadece bize ait olmadığına vurgu yapıyor. Nesillerimize bakarak tekrarlayan yaşantılar olup olmadığına dikkat etmemizi öneriyor. Kitap hayal etme alıştırmalarıyla başlayıp yazılı alıştırmalarla devam ediyor. Yazdıkça kendinizi çözümlemeye başlıyor ve sorduğunuz soruların sayısını kat be kat artıyoruz.

En başta da söylediğim gibi kendine yardım kitabı diyebileceğimiz “Seninle Başlamadı”yı okuyacaklar için küçük bir tavsiye de benden. Okurken ve alıştırmaları yaparken bir yerde takılıp pes edebilirsiniz. Yazar bizleri her bir alıştırmayı tamamladıktan sonra okumaya devam etmemiz konusunda da uyarıyor. Fakat yaşanmış yıllar ve nesilleri analiz etmek elbette ki kolay değil. Kitabın son sayfasına gelip onu kenara koyduğunuzda da süreç devam ediyor. Yaşama dair dikkat ettiğiniz noktalar, renklerin tonu değişiyor. Bir noktadan sonra alıştırmayı tamamlayamamış bile olsanız kitabı bitirmeniz naçizane tavsiyemdir.

Yaşantılarımızın sorumluluğunu üstlendiğimiz ama aynı zamanda ötekini keşfetmeye gücümüzün olduğu günlere… İyi okumalar.