Kadınlar Cinselliği Nasıl Tanımlar?

“Kadın” ve “Cinsellik” yan yana dahi getirilmekten kaçınılmış iki kavram. Konuşulmayan, öğretilmeyen ve keşfedilirken birçok toplumsal engelle karşılaşan cinsellik, bireyin varoluşunun yadsınamaz bir parçası. Bu sebeple birçok konuda öteki haline gelmiş kadınların cinselliğe bakışını görebilmek amacıyla bu araştırma yürütülmüştür. Araştırmanın önceliği, ele alınmayan bu konuyu bilimsel bir yöntemle inceleyerek bireyin farkındalık kazanmasına yardımcı olmaktır. Bir diğer amacı ise ortaya çıkan veriler aracılığıyla diğer bireylere ulaşarak konuyla ilgili toplumsal farkındalık oluşturmaktır.
Farklı eğitim düzeyine sahip kadınların cinselliğe bakışını incelerken Online Seslifoto (OSF) yöntemi kullanılmış ve katılımcılardan cinselliklerini tanımlayan temsili bir fotoğraf çekmeleri istenmiştir. Çektikleri bu fotoğrafa, GÖZSAN sorularından faydalanarak yazdıkları hikaye ile anlam katmışlardır. Son olarak ise, katılımcıların sözcüklerinin zarar görmemesi için “tema”nın onlar tarafından belirlendiği Online Yorumlayıcı Fenomenolojik Analiz (OYFA) yapılmış; bu temalar üzerinden tüm katılımcılar, araştırmacı tarafından belirlenen “ana tema” gruplarına dahil edilmiştir.
Çalışma sonunda 12 ana tema ortaya çıkmıştır. En sık tekrarlanan ana temalardan ilk üçü şöyle olmuştur: Hoşa giden/istenen duygular (aitlik duygusu, aşk, coşku, güven, heyecan, huzur, masumiyet/saflık, mutluluk, sevgi, şefkat, tutku, umut, zevk) ( n=56, % 32), hoşa giden/istenen bedensel hisler(ahenk/uyum, arzulamak, canlanma, cinsel uyarılma, dişil hissetmek, gevşeme/ enerji boşaltımı, güçlü hissetmek, hissetmek, orgazm, tanrıça gibi hissetmek) (n=28, %16), Hoşa giden/istenen davranışlar(dokunmak/temas, haz, ilgi, mastürbasyon, öpüşmek, saygı, seks, teslimiyet, yakınlık) (n=28, %16).
Katılımcıların cinsellik tanımlarına eğitim düzeyi boyutuyla bakılmış ve farklılık olup olmadığı araştırılmıştır. Eğitim düzeyinin cinselliği tanımlamada farklılaştığı yerin, “Özgürlük” ve “Varoluş- Kendini arama/tanıma/keşif” ana temaları olduğu görülmüştür. Bu temalar yalnızca lisans, yüksek lisans ve doktora eğitim düzeylerinden katılımcılar tarafından kullanılmıştır.
Pandemi döneminde yapılmış olan bu araştırma, Online Seslifoto (OSF) ve kadın cinselliğini ilk kez bir araya getirmesi sebebiyle alanyazına katkı sağlayacağı düşünülmektedir.

Anahtar Kelimeler: Online Seslifoto (OSF), Kadın, Cinsellik

Araştırmanın tamamını buradan okuyabilirsiniz.

Terapi ama Nasıl?

Toplumumuzda günbegün psikoterapiye bakış değişiyor. Daha önce bireyler; yalnızca tanılar, belirli problem alanları ve zorluklar için terapiye başvurulabileceğini düşünürken şimdilerde kendini anlamak isteyen, tanımak ve keşfetmek isteyen insanlar da psikoterapistlerin kapısını çalabiliyor. Elbette ki pek çok yaklaşım ve bu yaklaşımlarla yürütülen terapilerin daha verimli(!) olacağı bazı çalışma alanları mevcut. Bunlar entelektüel bilgi olarak nitelendirilebilecek olsa da terapi sürecinin nasıl işlediği büyük bir soru işareti, onu deneyimlemeyenler tarafından adeta bir muamma.

Modern anlamda psikoterapinin Freud ile başladığı kabulüyle kendisinin süreç ile ilgili şu sözlerini alıntılamak anlamlı olacaktır:

“Çok şaşırarak farkına vardık ki, olayı uyaran anıyı tamamen aydınlatmayı ve buna eşlik eden duygulanımı ortaya koymayı başardığımız ve hasta da bu olayı olabildiğince ayrıntılı bir şekilde açıklayıp, duygulanımı kelimelere döktüğü zaman, bütün bireysel histeri belirtileri aniden ve kalıcı bir şekilde ortadan kalkmaktaydı. Duygulanım olmaksızın hatırlama ise hiçbir sonuç vermiyordu.”1

Terapiye giden bireylerin farkındalık düzeyleri, sürece katkıları elbette ki birbiriyle farklılık gösterecektir. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi terapiyi işler kılan şeyin duygulanımın yaşanması olduğundan söz edebiliriz. Rahatsızlık yaratan kaynakların psikanalitik olarak incelenmesinden doğan salt entelektüel bilgi kesinlikle yetersizdir. Aksi halde herhangi bir hasta, herhangi bir psikanaliz ders kitabını okuyarak iyileşebilirdi. Bu sebeple psikanalitik tedavi açısından, etkin bir içgörüye duygusal bir deneyim mutlaka eşlik etmelidir. 2

Elbette bu, zor bir iştir. Yaşamın en erken dönemlerinden başlayarak, tatsız olan durumlardan kaçınmamızı sağlayan, az çok otomatikleşmiş mekanizmalarımız vardır. 3 Yaşamın erken dönemini işaret eden arkaik bağlar, her ne kadar büyümeyi baskılasa da, bireylerin bildikleri birincil güvenlik hissini sağlamaktadırlar.4 Terapide birey serbest çağrışım ile deneyimlerinden bahsederek duygulanımı yeniden ve yeniden yaşar. Ancak burada deneyimden söz ettiğimizde “nesnel gerçekleri” konuşmuyoruz, sözünü ettiğimiz şey çocuğun/bireyin gelişiminin çeşitli düzeylerinde dış dünya ve nesnelerle etkileşimlerinden edindiği deneyimlerdir. 5 Süreç devam ettikçe birey, yeni davranışlarını önce analitik ortamda sonra da dış dünyada sınar. 6-7 Psikanalitik ortam aracılığı ve terapistiyle kurduğu ‘yeni’ ilişkilenme biçimiyle odada var olur. Terapist ise bilinçdışı olanın bilince ulaşmasına, tam da ortaya çıkacağı anda onu isimlendirerek yardım ederek orada bulunur.8

Hasta ve terapistin birlikte yürüttüğü bu sürecin orta-uzun vadeli olduğunu düşünürsek bunun yıllara yayılan ve dinamik bir süreç olduğunu ve sürecin öznesine has bir deneyim olduğunu görürüz.

Tüm bunları bilmenin, terapi sürecini bilmek olmadığını ekleyerek öznel deneyimle şekillenen terapiye bir keşif kapısı açmanın merakını diri tutma dileğiyle.

*Yer yer kullanılan ‘hasta’ sözcüğü, psikanalitik kurama has bir kavramdır ve danışan kelimesi anlamına gelir.

*Bu yazı psikodinamik terapiler üzerinden inşa edilerek yazılmıştır.

Kaynaklar detaylıca aşağıda bulunabilir.

1- S. Freud, (1895). “Studies on Hysteria”, Standard Edition, 2, Hogarth Press, Londra.

2- J. Sandler, C. Dare ve A. Holder, (2021). “Hasta ve Analist”, 2. Baskı, Bağlam Yayıncılık, İstanbul.

3- J. Sandler, A. Freud, (1985). “The Analysis of Defense, International Universities Press, New York.

4- H. Muslin, (1986). “On working through in self psychology”, A. Goldberg, Progress in Self Psychology, Vol. 2. International Universities Press, New York.

5- A.F. Valenstein(bildiri), (1974). “Panel: Transference”, International Journal of Pycho-Analysis, 55:311-321.

6- R.R. Greenson, (1965). “The problem of working through”, M. Schur(Ed.), Drives, Affects, Behavior, International Universities Press, New York.

7- R.R. Greenson, (1966).”Comments on Dr. Limeritani’s paper”, International Journal od Psychoanalysis, 47:182-285

8- O. Fenichel, (1945). The Psychoanalytic Theory of Neurosis, Routledge&Kegan Paul, Londra.

“Unutma Dersleri”

Neyi unutmak isterdiniz? En acı anınızı ya da gelecek mutsuz anların burukluğuyla yaşadığınız mutlu bir anı?

Yaşadığı ayrılıktan sonra nasıl üstesinden geleceğini bilemeyen Feribe, iş arkadaşından duyduğu ” Mazi İmha Merkezine” gider. Umutlu ya da inançlı bir yerden değil de çaresiz bir yanından kuvvet alan bir hareketle. Gittiği merkezde, ondan sevdiği birinin ses kaydı istenir. Ne yapılacağını akıl erdiremese de Feribe, kişisel kurtuluş arzusuyla bu isteğe boyun eğer ve vefat etmiş annesinin bir kasette kalmış kaydını verir. Böylece süreç başlar. 

Feribe’ye dört derste “unutma” vaadedilir. İlk ders hatırlama üzerinedir. Her şeyi ve tüm detaylarıyla hatrılama. İkinci ders yas tutmak üzerinedir. Nasıl yas tutulur, neler bu süreçte işe  yarar, bunları anlamaya çalışır. Üçüncü, affetmek ve son ders ise geleceğin inşası hakkındadır. Ancak öyle ders diye isimlendirildiğine bakmayın. Zaman zaman terapi seanslarını çağrıştıran, birebir görüşmeler bunlar. Yine de Feribe’nin ders esnasında karanlıkta ve tek başına olması; konuştuğu Sesin analiz edilmiş kasetten uyarlanan annesinin bir kulaklıktan gelen sesi olduğunu da belirtmek gerek.

Kitabın adı Unutma Dersleri olsa da baştan unutulmuş ve hatırlanması çok güç olan olaylar üzerinden kurgulanmış keyifli bir roman. Nermin Hanım mizahı, aşkı, acıyı ve ayrılığı  güzelce harmanlamış. İçinde psikolojik ögeler barındıran bir roman okumak isterseniz belki bu roman size göredir.

Grinin Elli Tonu

Grinin Elli Tonu ortalığı kasıp kavuralı 7 yıl olmuş. Serinin kitap ve filmleri her ne kadar erotizmle bağdaştırılsa da ilk filmin özelinde istismarın gölgesindeki cinselliği görmek çok da zor değil. 

Cinsel eğitim tedavi ve Araştırma derneğinden alıntılayarak bazı kavramlardan bahsedeceğim. Sonra da filmle ilişkilendireceğim. 

“Cinsel fanteziler, cinsel yaşamın doğal ve sağlıklı bir parçasıdır. Kişide cinsel uyarılma oluşturan her türlü hayal ve zihinsel imgelem (insanların istediği şeyleri gözünde canlandırabilme yetisi) cinsel fantezi olarak tanımlanabilir. Cinsel fanteziler, cinsel hazzı ve isteği arttıran önemli bir faktördür. Ancak her zaman cinsel partner ile paylaşılması/ gerçekleştirilmesi gerekli değildir. Gerçekleştirilmesi istenen fanteziler için bu eylemden tarafların rahatsızlık duymamaları gerekir.” 

“Parafili, cinsel uyarılma ve orgazm için, alışılmadık nesneler, eylemler veya durumları içeren tekrarlayıcı ve yoğun cinsel dürtü, fantezi veya davranışların zorunlu olması ile karekterizedir. Parafili denebilmesi için kişinin zorunlu ve tekrarlayıcı bazı koşullara bağlı olarak orgazm olabilmesi gerekir. Zaman zaman yapılan farklı cinsel etkinlikler parafili olarak değerlendirilmez.” 

Filmde Grey, orgazmı zorunlu ve tekrarlayıcı bazı koşullara bağlı olarak deneyimliyor. Oyun odası, sözleşmenin varlığıyla zorunluluğu temin altına alma isteği de yine bizi parafiliye yönlendiriyor. Diğer taraftan Anastasia, cinselliğini keşfeden bir kadın olarak önceleri Grey’in cinsel oyunlarından keyif alıyor. Burada da cinsel fanteziye katılım ve hazza eşlik söz konusu. 

Filmin sonuna geldiğimizde ise, Anastasia’yı Grey’in karşında ağlarken buluyoruz. Tıpkı Grey’in çocukluğunda istismara maruz kaldığı zamanki gibi savunmasız. Ancak Anastasia bir yetişkin olarak hayır, diyor ve sınırlarını belli ederek ortamı terk ediyor. 

İstismara uğrayan bireyler, bunun biteceğine inanmak ya da bunu birine söylemek, yardım istemek konusunda zorluk yaşarlar. Kendilerini suçlar, bu durumla nasıl başa çıkacaklarını bilemezler. Bu açıdan son sahneyle Anastasia’nın Grey’i reddetmesi, artık istemediğini söylemesi çocuk Grey’i sınır koyarak şaşırtan, ona farklı gelen bir durum da oluveriyor.

Grey gibi olan herkes şöyledir, Anastasia gibi olan herkes böyledir demek bizlerin bireyselliğini yok sayan bir durum. Ancak ilk filmle tanıştığım Grey ve Anastasia için şunları söylemek mümkün olabilir. Grey, istismara uğramış bir birey olarak cinselliğini travmatik yaşantıları üzerinden kurguluyor. Anastasia ise partneri tarafından sevilmeye devam etmek için boyun eğici bir role bürünüyor. Adına aşk dediği duyguyla kendine yabancılaşıyor. 

İnsan pek çok şeyi, öteki üzerinden tanımlayıp hisseden cinsel bir varlık. Grey ve Anastasia çifti de örneklerden yalnızca biri.

“The Act”

2019 yılı Hulu yapımı The Act dizisinin yaşanmış bir hikayeden uyarlanan ilk sezonundan bahsedeceğim. Her sezon farklı bir hikayeye odaklanacağı açıklanan The Act’in birinci sezonu 8 bölüm ve her bölüm yaklaşık bir saatten oluşuyor. Fakat dizi bitip ekran kapandığında hissedeceğiniz duyguların yoğunluğunun süresi meçhul. Yazacaklarım içeriğe dair bilgi verecek, benden söylemesi ama okuyacaklarınızı aklınızda tutarak izlerseniz bambaşka bir kapı açacağına eminim.

Gypsy Rose (Joey King) tekerlekli sandalyeye “mahkum” ve birçok hastalıktan muzdarip bir kız çocuğu. Annesi Dee Dee (Patricia Arquette) ile birlikte yaşıyor. Dee Dee, kızının tüm sağlık sorunlarıyla yakından ilgileniyor hatta kendini anne olmaya adamış bir kadın. İlk bölümün sonuna geldiğimizde gördüklerimiz az çok bundan ibaret. Oysa iç yüzü şöyle; Gypsy yürüyebilmekte ve herhangi bir sağlık sorunu yok, bunların hepsi Dee Dee’nin güvenli alanda kalabilmek adına ördüğü bir duvar. Anne, kızı Gypsy’yi kısıtlayarak büyütmekte ve gelişmesini engellemekte, kendine bağımlı hale getirerek yalnız kalmamayı amaçlamakta. Fakat hayatı, kendini ve cinselliği keşfetmeye başlayan Gypsy hikayenin sonunu annesinin pek de hayal ettiği gibi bitirmez. Dee Dee, kızının öfkesiyle can verir.

Peki nasıl olur da bir anne kızına hiç sahip olmadığı hastalıkları atfeder ya da nasıl olur da bir evlat annesini öldür/tmeyi düşünür? İşte burada Amerikan Psikiyatri Birliğinin Tanı Ölçütleri El Kitabından yararlanarak Dee Dee’nin olası psikiyatrik tanısından söz edeceğim. Bir başkasına yüklenen yapay bozukluk ya da önceki adıyla bakımverenin yapay bozukluğu. Dee Dee, kızı üzerinden yanıltıcı (yanlış bir kanı uyandırıcı), bedensel ya da ruhsal düzmece belirtiler çıkarmakta ve yaralanmaya ya da hastalığa yol açma tutumu sergilemekte (A tanı kriteri), Ayrıca Gypsy’yi diğerlerine hasta, iş göremez ya da yaralı olarak sunmakta (B tanı kriteri).   

Munchausen by proxy sendromu (MBPS) olarak da olarak bilinen bu bozuklukta aile, çocukta çeşitli klinik belirtiler olduğu gerekçesiyle hastaneye götürür ve çocuk zamanla aile tarafından yaratılmış bir tıbbi öyküye sahip olur.

Dee Dee neden bu durumdadır? Altta yatan durumu anlamak güç olsa da Dee Dee’nin kendi çocukluk yaşantısı, bağlanma tarzı, pasif-bağımlı kişilik yapısının tüm bunlara etkisi olduğundan bahsedebiliriz.  Peki ya Gypsy Rose? İstismar edilen çocuklarda duygusal ve fiziksel sorunlar geliştiği bildirilmiştir. Gyspy de bu hikayenin bir çıktısıdır tıpkı ölü annesi gibi.

Kaynak

Eşiyok B.& Hancı H. (2000). Munchausen by Proxy Sendromu: Vekaleten Hastalık. Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi. Erişim Adresi: https://www.ttb.org.tr/STED/sted0600/8.html

Cinsellik Seks Değildir

Terapistlerin danışanlarıyla olan süreci anlattığı, seans odasının kapısını aralayan kitaplar oldukça yaygın. Fransız seksolog doktor Ghislaine Paris’in Cinselliğin Önemi kitabı da bunlardan biri. Kitap Paris ve cinsel danışmanlık için gelen Karine’nin sürecini anlatıyor. Süreç sonlanırken Paris, cinsellik nedir/ne değildir’i hatırda tutmayı kolaylaştıracak bir liste paylaşıyor bizimle.

Paris (2020)’e göre cinsellik şunlar olmamalı:

  • Bir bağımlılık
  • Duygusal bağlar kurmanın tek yolu, bir aile ya da çocuk sahibi olmanın bir bir güvence ya da sosyal statü sahibi olmanın tek yolu
  • Bir şiddet aracı ya da ötekinin köleleştirilmesinin aracı
  • Bir utanç ya da suçluluk kaynağı
  • Fobilerin, korkuların kökeni

Cinsellik:

  • Yetişkin olmayı başarmak
  • Ötekilerle olumlu ilişkiler sürdürebilmek
  • Kendi merkezinden uzaklaşmayı, bir zincirin halkası olmayı, çocuklarla meşgul olmayı başarmak
  • Duygusal anlamda tatmin olmakZevk ve sınırlar arasında bir denge kurmayı başarmak
  • Hayatın farklı alanlarını birbirine uyumlu bir şekilde eşit parçalara bölmek: aile, iş hayatı, cinsellik…
  • Cinsel içgüdüye hakim olmak: bizi yönetmesine izin vermemek, ondan korkmamak ve onu bastırmaktan memnun olmamak, gerektiğinde onu yüceltebilmek
  • Bazı yasakları içselleştirmek, hayal kırıklığını kabul etmek ve aynı zamanda aşırı bir suçluluk duygusuyla acı çekmemek
  • Güzel bir yaşam enerjisiyle hayatın diğer önemli alanlarını da besleyerek zevk almak
  • Kendi kişisel kimliğinin bilincinde olarak kültürel çevreye iyi bir şekilde entegre olmak

Ve tüm bunların üstüne tabii ki, eğlenmek demektir!

Peki bu tanımlardan kaçı size de uygun?

Ghislaine Paris,Cinselliğin Önemi: Arzuya Yeniden Kavuşmak, 2020, Ayrıntı Yayınları.

“Bağlanma”

İnsanın anlama telaşı hiç bitmiyor ve bu sürecin önemli bir kısmını partneriyle yaşadıklarını irdelemekle geçiriyor. Neden böyle söyledi; böyle bir cevap verirken aklımdan ne geçiyordu; bunca şeye rağmen bu ilişkiyi devam ettiren ne ve daha birçoğu. Amir Levine ve Rachel Heller’ın yazdığı Bağlanma- Aşkı Bulmanın ve Korunmanın Bilimsel Yolları isimli kitap partnerimizle olan bu sürece bir de “bağlanma” çerçevesinden bakmamızı sağlıyor.

4 kısımdan oluşan kitap, birinci kısımda kendinizin ve partnerinizin bağlanma stilini çözümlemenize yardımcı oluyor. İkinci kısımda farklı bağlanma stillerine sahip bireylerin ilişkiyi yaşama biçimlerinden, üçüncü kısımda çatışan bağlanma stillerinden ve son kısımda ise ilişkiyi nasıl güvenli bir hale getirebileceğimizden bahsediyor.

Kısaca bağlanma teorisinden bahsetmek gerekirse İngiliz Psikiyatrist John Bowlby tarafından yapılan ilk çalışmalar sonrasında Bowlby’nin öğrencisi Mary Ainsworth, anne-bebekleri gözlemleyerek aralarında üç belirgin bağlanma stili geliştiği fark etti.

  • Güvenli Bağlanma Stili
  • Kaygılı Bağlanma Stili
  • Kaçıngan Bağlanma Stili

Sonraki araştırmalar ise çocukların ebeveynlerine bağlanma biçimiyle yetişkinlerin partnerlerine bağlanma modellerinin benzerlik taşıdığına dikkat çekti. Kitapta basitçe şöyle anlatılmış:

Güvenli insanlar yakınlık konusunda rahattır, çoğunlukla sevecen ve sevgi doludur. Kaygılı insanlar yakınlık ihtiyacındadır, kafaları çoğunlukla ilişkileriyle meşguldür ve partnerlerinin sevgisine karşılık verip vermeyeceği konusunda endişe duyma eğilimindedir. Kaçıngan insanlar yakınlığı özgürlüğün kaybedilmesiyle eş tutar ve sürekli asgari düzeyde tutma çabasındadır.”

Kendini anlama amacı taşıyan bireyler için yardımcı olacağını düşündüğüm bu kitap, partner seçimimizde farkındalığımızı artırıyor. Ayrıca ben bir ilişkiden ne bekliyorum, sorusuna cevap ararken zaman zaman hissettiğiniz ve yaptığınız şeylerin çelişkisiyle yüzleşiyorsunuz. Hangi bağlanma stiline sahip olursanız olun, o bağlanma stilinin değişmesinin mümkün olduğunu söyleyen kitap, size reçete yazmadan yolunuza bir ışık yakıyor. Keyifli okumalar.

“Unbelievable”

Gerçek bir olaydan esinlenilerek çekilmiş 2019 yılı Netflix yapımı bir dizi olan “Unbelievable”dan bahsetmek istiyorum. Uzun süre ekrana bağlanmak istemeyen ama izlediğinden etkilenmek isteyenler için bir öneri. 8 bölümlük mini bir dizi ve her bölüm yaklaşık 45 dakika. Ötekini anlamak, dinlemeye çalışmak ya da en azından merakınızdan duvara bir bardak dayamak istiyorsanız Unbelievable size de hitap edecek. Fakat buradan sonra yazacaklarım içerik hakkında olduğundan henüz diziyi izlememiş olanlar için merak duygusunu zedeleyebilir, benden söylemesi.

Dizi, cinsel şiddete maruz kalmış kadınlar ve onların hikayelerini araştıran dedektifler etrafında dönüyor. İlk bölüm kendi güven alanında tecavüze uğramış olan Marie Adler (Kaitlyn Dever)  ile başlıyor. Hikayenin içine girdikçe aynı yöntemle taciz veyahut tecavüz yaşantısı geçirmiş birden çok kadınla karşılaşıyoruz. Karen(Merritt Wever) ve Garce(Toni Collette) isimli dedektiflerinse seri olarak işlenmiş bu suçların aydınlatılmasındaki çabasını izliyoruz. Bahsetmek istediklerimse buradan sonra başlıyor.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) cinsel şiddeti şöyle tanımlıyor: herhangi bir cinsel eylem, cinsel eylem elde etme girişimi, istenmeyen cinsel yorumlar veya öneriler, herhangi bir kişi tarafından zorlama kullanarak cinselliğe maruz kalınması. Dizideki karakterler de birer cinsel şiddet mağduru.

Amerikan Psikiyatri Birliği (APA) ise ruhsal travmayı; gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma ya da kendisinin veya başkalarının fizik bütünlüğüne bir tehdit olayını yaşama, böyle bir olaya tanık olma ya da böyle bir olayla karşı karşıya gelmiş olma olarak tanımlıyor. Kişinin tepkileri arasındaysa aşırı korku, çaresizlik ya da dehşete düşme var. Cinsel şiddete uğramış olan Marie’nin travma sonrası tepkiler verdiğini söylemek güç olmayacaktır.

Bu bilgileri de cebimize koyup diziye yeniden bakalım. Tecavüze uğramış genç bir kadın olan Marie, olayı yaşadıktan sonra koruyucu annesini ve eski erkek arkadaşını arıyor. Ardından polise haber veriliyor. Travmaya maruz kalmış birey, olay yerine gelen bir polis memuru tarafından detaylı sorulara boğuluyor. Sonrasında polis ofisine gidiliyor ve orada iki erkek dedektife olayı defalarca daha anlatıyor. Ancak iki erkek dedektif olaydaki tutarsızlıkları sebep göstererek (önce koruyucu anneyi mi aradı eski erkek arkadaşı mı ya da ararken elini mi kullandı gibi)  Marie’nin ilgi çekebilmek için böyle bir yola başvurduğunu düşünüp genç kadının üzerinde baskı uyguluyorlar. Marie de anlatmaktan yorulduğu belki de artık ne düşüneceğini şaşırdığı için olayın gerçekliğini yadsıyıp davayı kapatıyor. Yine APA’ya göre travmatize olmuş birey örseleyici olay/ların önemli bir yönünü hatırlayamamayla karşılabilir. Travmatik yaşantının zihinde yer değiştirebileceği ve bir profesyonele ihtiyaç duyulduğu apaçık fakat ne üzücü ki dizide bir ruh sağlığı uzmanı son bölüme kadar yok.

Dizi bittiğinde size şunları sorgulatıyor: Travmaya maruz kalmış bireylerle çalışan kişiler ne kadar yetkin? Empati yetenekleri nedir? Çünkü dizede iki kadın dedektifin diğer kurbanlarla olan jest, mimik ve beden dilini de görüyoruz. Şimdi birlikte küçük bir alıştırma yapalım. Gözlerinizi kapayın ve kendinizi dizideki karakterlerin yerine koymaya çalışın. Olay yerine gelen polis memuru, belediye başkanı, işveren, avukat, dedektif… Hangi rollerin içinde daha rahatsız hissettiğinizi gözlemleyin ve kendinize sorun, neden?

“Seninle Başlamadı”

İnsan neden okur? Bu sorunun birçok cevabı olsa da bahsedeceğim kitap, bir kendine yardım kitabı. Mark Wolynn tarafından yazılan Seninle Başlamadı, kalıtsal aile travmalarının kim olduğumuza etkileri ve sorunların üstesinden gelmenin yolları hakkında okuru bilgilendiriyor.

Türkiye Psikiyatri Derneği; kişiyi aşırı korkutan, dehşet içinde bırakan, çaresizlik yaratan, çoğu kez olağandışı ve beklenmedik olayların yol açtığı etkileri ruhsal travma şeklinde tanımlıyor ve doğal afetler, savaş, işkence, tecavüz, kazalar, beklenmedik ölümler, ciddi-ölümcül hastalıklara yakalanma gibi olayların ruhsal travmaya yol açtığını belirtiyor. Fakat bireysel farklılıklar sebebiyle bu olayları algılayışımız ve tepkilerimiz çeşitleniyor. Böylece hangimizin yaşantıyı travmaya dönüştürerek içinden geçmek durumunda olduğunu kestiremiyoruz.

Seninle Başlamadı ise travmayı bireysel yaşantı geçmişi çerçevesinden çıkarıp kalıtsal aile travmalarından söz ediyor. Peki nedir kalıtsal aile travmaları? Burada kısaca epigenetik kalıtıma değinmek gerekecek. Wolynn, bunu 2013 yılında Emory Tıp Fakültesinde farelere uygulanan bir çalışma üzerinden anlatıyor. Çalışmada sağlıklı farelere kiraz çiçeği koklatılıyor ve ardından elektrik şoku veriliyor. Sonrasında elektrik şoku verilmediği halde farelerin kiraz çiçeği kokusuyla irkildiği gözlemleniyor. Farelerde bir nesil 12 hafta gibi kısa bir süre olduğundan, fareler çiftleştirilerek her bir nesildeki farelerin kiraz çiçeği kokusuna verdikleri tepkilere bakılıyor. Elektrik şokuna daha önce maruz kalmamış yeni nesil fareler, kiraz çiçeği kokusunu aldıklarında tıpkı önceki nesilleri gibi aynı tepkiyi veriyor: stres. Böylece travmatik anıların DNA’da meydana gelen epigenetik değişimler yoluyla sonraki nesillere aktarılabildiği keşfedilmiş oluyor.

Kitap boyunca Mark, bizlerin taşıdığı ve ağır gelen duyguların, düşüncelerin belki de sadece bize ait olmadığına vurgu yapıyor. Nesillerimize bakarak tekrarlayan yaşantılar olup olmadığına dikkat etmemizi öneriyor. Kitap hayal etme alıştırmalarıyla başlayıp yazılı alıştırmalarla devam ediyor. Yazdıkça kendinizi çözümlemeye başlıyor ve sorduğunuz soruların sayısını kat be kat artıyoruz.

En başta da söylediğim gibi kendine yardım kitabı diyebileceğimiz “Seninle Başlamadı”yı okuyacaklar için küçük bir tavsiye de benden. Okurken ve alıştırmaları yaparken bir yerde takılıp pes edebilirsiniz. Yazar bizleri her bir alıştırmayı tamamladıktan sonra okumaya devam etmemiz konusunda da uyarıyor. Fakat yaşanmış yıllar ve nesilleri analiz etmek elbette ki kolay değil. Kitabın son sayfasına gelip onu kenara koyduğunuzda da süreç devam ediyor. Yaşama dair dikkat ettiğiniz noktalar, renklerin tonu değişiyor. Bir noktadan sonra alıştırmayı tamamlayamamış bile olsanız kitabı bitirmeniz naçizane tavsiyemdir.

Yaşantılarımızın sorumluluğunu üstlendiğimiz ama aynı zamanda ötekini keşfetmeye gücümüzün olduğu günlere… İyi okumalar.